İnsanları uyumlu olmaya zorlayan evrensel baskı, kapitalist toplumsal ilişkilerin bağından kaynaklanır. Protesto düzenleyebilir, bağırıp çağırabilir, taş atabiliriz; ancak sonrasında, kapitalist toplumsal ilişkilerin bağı bizi sarar ve gerisin geri sitemin içine çeker gibi olur. G8 toplantılarına gidip öfkemizi haykırırız, peki ya sonra ne olur? Yine karnımızı doyurmamız gerekir yiyecek satın alabilecek parayı bulmak için emek gücümü yine satmak ya da bir şekilde sermayeye boyun eğmek zorunda kalırız. Fabrika işgal edebiliriz, peki ya sonra ne olur? işgal ettiğimiz fabrikada üretimi devam ettirebilirsek, yine ürettiğimiz ürünleri satmanın bir yolunu bulmamız ve yine piyasa güçlerine boyun eğmemiz gerekir. İsyan ve aşırılık anlarımızın ardından ne olur? Yine dünya düzenine uymanın bir yolunu bulmak zorunda kalırız ve bu dünya düzeni kapitalisttir. Peki ya sonra? fikri ile mücadele etmek, tikellik için, uyum göstermeyi reddeden tikellik için mücadele etmektir.
Arjantin mahalle meclisinden bir üye şöyle diyor; “Aynı duruma düştüğünüzü fark ediyoruz. Bu, iç yaşantılarımızdan kaynaklanan bir sorun gibi görünüyor. Sanki temsiliyetin ve temsilciliğin dikey ilişkilerini taşıyan ve neredeyse şuursuzca işleyen kalıcı bir bellek var. Otonom olduğumuzu ne kadar söylersek söyleyelim, bir başkasının hareket etmesini, bir başkasının konuşmasını beklediğimiz ya da bir başkasından onay beklediğimiz bir an daima oluyor.”
Kapitalist toplumla tüm bağları koparmaya çalışıyoruz, ama kopuşumuz doğum lekelerini taşımaya devam ediyor. Ne kadar asi olsak da, bizler saf özneler değiliz. Hem özgürleşme uzamları hem de acı dolu kopuşlar olarak çatlaklar, içimizde de ilerliyor. Çatlakların amacı, bir azizler topluluğu yaratmak değil, insanlar arasında farklı bir ilişki biçimi kurmaktır. Zapatistalar, yalnızca daha fazla insanı toplulukların özyönetimine dahil etmek için değil, yozlaşma tehlikesini bertaraf etmek için de hızlı işleyen bir rotasyon sistemi kurmuşlardır. Venezuallanın köklü bir kooperatifi olan ve koop. Ürünlerinin dağıtımının eşgüdümünü sağlamanın yanı sıra halk pazarlarını düzenleyen Cocosesola, cinsiyetçilik, ırkçılık, oteritercilik vb. den kaynaklanan sorunların kolektif olarak tartışılmasına çok fazla zaman ayırır ve temel örgütsel ilke olarak güveni benimser. Sorunlar çok gerçektir ve üzerinden atlanmamalıdır, ancak hiç şüphe yok ki, değişmez türden bir kavram olan ‘’ insan doğası ‘’ üzerinden de kurulmamalıdır.
Marx, bilinçli yaşam etkinliğinin mevcut durumunu tartışmaz. Yabancılaşmış emeğin kapitalist toplumun mevcut gerçekliği olduğu açıkça görülebilir, ama bilinçli yaşam-etkinliğinin durumu tam olarak nedir? Potansiyel gelecek (komünizmdeki yaşam) midir yoksa mevcut mücadele midir? Çatlaklarımıza özgü bir nitelik olan emek-karşıtı eyleyiş, kuşkusuz bilinçli yaşam- etkinliği, emek ile emek dışı arasında ayrımı ortadan kaldıran ve bilinçli belirlenime doğru bir itki sağlayan yaşam-etkinliğine dönüşmeyi arzular.
Yararlı ( ya da somut) emek, kullanım değerleri, yararlı şeyler üretir. Yararlı emek, kendine özgü niteliklerinden ayrılmaz. Ceket, belli bir gereksinmeyi sağlayan kullanım değeridir. Onun varlığı, özel bir üretici etkinliği sonucudur; bu etkinliğin nihai amacı, çalışma biçimi, malzemesi, araçları ve vardığı sonuçla belirlenir. Yararlılığı bu ürünün kullanılarak değerlenmesi ya da bu ürünün kullanım-değeri haline gelmesiyle kendisini gösteren emeğe, biz yararlı (ya da somut) emek diyoruz. Yararlı emek belirli bir türde ve belirli bir amaca yönelmiş üretken etkinliktir. Bu emek türü, bütün toplum biçimlerinden bağımsız olarak, insanoğlunun varlığı için zorunlu bir koşuldur; bu ezeli ve ebedi doğal zorunluluk olmaksızın insan ile doğa arasında madde alışverişi ve dolayısıyla da yaşam olmazdı.
Sonrasında, emek sürecinden bahsederken, Marx daha doğru biçimde şöyle der;
Emek süreci, kullanım-değerleri üretimi ve doğal maddelerin insan gereksinimlerini karşılar hale getirilmesi amacıyla girişilen bir eylemdir; insanla doğa arasında madde değişimini sağlamanın zorunlu koşuludur; insan varlığının doğa tarafından zorlanan ebedi koşuludur ve bunun için de , bu varlığın her toplumsal evresinden bağımsız, ya da daha doğrusu her evrede ortaktır.
Marx’ın burada kendisini düzeltmesi çok önemlidir. Yararlı ya da somut emek her toplumsal evreden bağımsız ise, bu, tarih-ötesi bir kavramı, yararlı emeğin tarihsel biçimlerinden bağımsız olarak incelenebilecek bir şey olduğu görüşünü ifade eder.
İnsanın topraktan ayrılması, emeğinde diğer eyleyiş biçimlerinden ayrılması ve “emek” adı verilen yeni bir etkinlik biçiminin öğrenilmesi anlamına geldi. Bu hiç de kolay bir konu değildir; insana, ömrünün çoğunu sistemin bütününü etkileyen soyut buyruklar altında harcamanın dayatılması, hiç bugünkü kadar içselleştirilmemişti. Aksine, insanları emeğin ilahına koşulsuz hizmet ettirmek için, onlara kelimenin gerçek anlamıyla işkence yapılması, geniş çaplı kaba kuvvet ve şiddetin hüküm sürdüğü yüzyılların geçmesi gerekti. Ortak olanların kapatılması, geleneksel avlanma, balıkçılık ve odun toplama haklarının ortadan kaldırılması, başı boşluğa karşı bir dizi yasa, yoksullara yardım yasası ve yoksul evleri kurulması, isyanların birbiri ardına silahla bastırılması; tüm bu adımlar, emeğe dayalı bir toplumun yaratılması için atıldı. Soyut emeğin yaratılmasının içerdiği soyutlamanın gerçekliği buydu. Toprağın çitlenmesi ve emeğin hapishanesinin yaratılmasıydı. Bu, yüzyıllarca süren kapitalist mücadele, emeği düzenleyen kanunlar yapılması, polis şiddetinin kullanılması, din ve eğitimin desteklenmesi, hiç olmadığı kadar incelikli yönetim teknikleri kullanılması aracılığıyla iş yerinde yeni bir disiplin dayatılması, emeğin toplumsal bir alışkanlık olarak yaratılması anlamına geldi. Eski serfler emeği öğrendi. Emek, ücretli emeğin yayılması aracılığıyla dayatıldı. Bunun önemli olmasının nedeni, sırf insan etkinliklerinin biçimlendirilmesini değil, aynı zamanda toplumsallaşmayı sağlayan yapının bütününde açıkça tartışma konusu haline getirmesidir. Anti kapitalist gelenek içerisinde, kapitalizmle sorunun emeğin bizzat kendisi değil de ücret ilişkisi olduğu yönünde bir yanılsamaya yol açmış olmasıdır. Emeğin yaratılması ile sermayenin yaratılması aynı süreçtir ve sermayeye karşı mücadele etmek, sermayeyi yaratana, yani emeğe karşı mücadele etmektir.
Emek, girift bir toplumsal ilişki ağı ören örümcektir. Emeğimizi ortaya koyarken kendimiz içinde karmaşık bir hapishane öreriz.
Soyut Emek
Emek, girift bir toplumsal ilişki ağı ören örümcektir. Emeğimizi ortaya koyarken kendimiz içinde karmaşık bir hapishane öreriz.
Soyut emek; büyük çitleme. Soyut emek hem bedenlerimizi hem zihinlerimizi çitler. Öne sürülen sav basittir. Kapitalizmi biz üretiyoruz; kapitalizmi üretmeye bir son verip, başka bir şey yapmalıyız. Bu soyut emeğin karşısına eyleyişin çıkarılması anlamına gelir. Emek bedenlerimizi açık bir şekilde hapseder. Uyumadığımız zamanın büyük bölümünde bedenlerimizi fabrikalara, bürolara ve okullara kapatır veya bilgisayar ya da cep telefonlarına bağlar. Bununla birlikte, daha az açık bir biçimde, kapitalist emeğe içerilmiş olan soyutlama, aynı ölçüde büyük bir hapishane, zihinlerimizi-düşünme biçimimizi, kullandığımız kavramları çitleyen bir hapishane de yaratır. Varoluşumuzun özünde bir parçalanma, ne yapacağımıza karar vermekten ayrı bırakılma söz konusudur ve bu parçalanma yaşamlarımızı her yönüyle etkiler. Şeyleşme, bir özdeşleme ve özdeşikler yaratma süreci olarak görülebilir. Eyleyişin, emek biçiminde soyutlanması, eylediklerimizi kısıtlar. Şeyler dünyası, olan bir dünyadır. Yaşam her yönüyle bir “olmak-lık” bir özdeşlik edinir. Özdeşlik, dünyayı kavramsallaştırmak için gereken asıl kategori, burjuva düşüncesinin asıl kategorisi durumuna gelir. Özdeşlik, bizi sıkıca tutan hapishanenin özü, ördüğümüz tuzağın asıl malzemesidir. Kimlikler, özdeşleşmeci düşünceye, yani kimlik ve kimliklerin varlığının sorgusuz sualsiz kabul edilmesinden yola çıkan ve eylemek değil olmak üzerinden kurulan bir düşünme biçimine yol açar. “Eşcinseliz, kadınız, yerliyiz, basklıyız, zapatistayız, anarşistiz, komünistiz” biçimindeki özdeşmeler, solun kendi kendisini yok etmesi anlamına gelir. Her türlü gizli polis sisteminden daha etkili olan kimlik, anti-kapitalist mücadele içerisinde sermayenin yeniden üretimidir.
Eyleyişin, emek biçiminde soyutlanması bir kişileştirme sürecidir; karakter maskelerinin yaratılması ve işçi sınıfının oluşmasıdır. Emeğin yaratılması, emekçinin yaratılmasıdır. Başka türlüsü olmaz. Tıpkı emek gibi emekçi de yüzyıllar süren mücadelenin ürünüdür. Eyleyenler, yani “yabaniler”, aç bırakılarak, baskıyla, eğitimle, disiplin yoluyla belirli davranış biçimleri benimsemek durumdadır. Üzerimizdeki toplumsal işleyişin baskısına uyum sağlamak, kişileştirme olarak görülebilir. Toplumsal bir ilişkiyi kişileştirmiş oluruz.
Kişisel eğilimlerimiz ne olursa olsun, bir rol, bir kişilik benimsemek ve bir ‘’ karakter maskesi ‘’ takınmak zorunda kalırız. O halde, toplumsal ilişkilerin oluşturduğu yapıdan kaynaklanan zorlamaları genelde kişisel bir tercih olarak üstleniriz. Rolümüzle özdeşleşir, onu bir kimlik olarak üstlenir, yüzümüze taktığımız maske ile uyumlu hale geliriz. Kişileştirme dünyası düzenli, sınıflandırılabilir, insanların toplumsal işlevlerini yerine getirdiği, işlevsel bakımdan anlaşılabilecek bir dünyadır, devrime yer olmayan bir dünyadır. O halde bir sorunumuz var. Sahip oldukları toplumsal işlevlerin kişilikleşmiş hali olan insanlardan oluşan bir dünyayı radikal bir biçimde değiştirmeyi nasıl düşünebiliriz?