‘’Hayır, kapitalizmi izlemeyi reddediyoruz, farklı bir yoldan gideceğiz, yaşantımızı farklı bir tarzla biçimlendireceğiz, daha farklı toplumsal ilişkiler kuracağız, henüz var olmayan dünyayı burada ve şimdi yaratacağız ‘’
Protesto ediyoruz ve daha da fazlasını yapıyoruz. Yapıyoruz ve yapmalıyız. Ama yalnızca protesto edersek, güçlü olanın gündemi belirlemesine izin veririz.
Protesto ediyoruz ve daha da fazlasını yapıyoruz. Yapıyoruz ve yapmalıyız. Ama yalnızca protesto edersek, güçlü olanın gündemi belirlemesine izin veririz.
Kapitalizm’de Çatlaklar Yaratmak
…Radikal ve devrimci düşüncenin zamansal boyutlarında değişimler yaşandı….sabırdan devrimci bir erdem olarak söz etmek ya da ‘’gelecekteki devrimden’’ bahsetmek artık bir anlam ifade etmiyor. Hangi gelecek?
‘’Bugün, dünyanın sonunu gözümüzün önüne getirmek kapitalizmin sonunu getirmekten daha kolay’’ diye yazılmıştı. İnsanlığın topyekûn yok oluşunu düşünmenin, adaletsizlik ve yıkıcılığı apaçık ortada olan bir toplum örgütlenmesini değiştirmeyi düşlemekten daha kolay olduğu bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Ne yapabiliriz ?
…Çatlakların açılması, kendisini kapalı gösteren bir dünyanın açılmasıdır. Görünüşte insan eyleyişinin gücünü olumsuzlayan kategorilerin reddedip hapsettikleri eyleyişi, bu kategorilerin özünde keşfetmek için açılmasıdır. Çatlak yöntemi diyalektiktir; ancak düzenli bir tez, antitez ve sentez akışı sunulması bağlamında değil, bir negatif diyalektik, uyumsuzluğun diyalektiği bağlamında. Oldukça basit; dünyayı uyumsuzluklarımızdan yola çıkarak düşünürüz. Duvarı sağlamlığı ile değil çatlakları ile kavramak istiyoruz; kapitalizmi tahakküm olarak değil krizleri, çelişkileri ve zayıflıkları açısından kavramayı arzu ediyor ve bu çelişkileri nasıl da bizzat kendimizin oluşturduğunu kavramak istiyoruz.
….toplumsal değişimi eylemciler sağlamaz; yine de eylemcilik, sürecin içerisinde önemli oranda yer alabilir (ya da almaz). Toplumsal değişim, aksine milyonlarca insanın gündelik etkinliğinde zorlukla görülebilen dönüşümlerin sonucunda ortaya çıkar.
…Çatışma tarzlarının değiştiği, temel yapısal hataları ve kriz görünümlerini gözler önüne seren belirgin işaretlerin ortaya çıktığı dönemler vardır. Sorun , tarzdaki her önemli değişmenin bir takım anlayış sorunları getirmesidir; çünkü eski tarza alışkınızdır. Ancak eski kavramları uyguladığımız takdirde, niyetimiz ne olursa olsun, komünizme ( ya da herhangi bir şeye ) ne kadar militanca bağlı olursak olalım, düşünme biçimimiz yeni mücadele biçimlerine engel oluşturur. Yeni bir dilin öğrenilmesi ikircikli bir süreç, bir sorarak yürüme durumu, kapitalizmin mevcut aşamasının anlaşılması için bir paradigma ortaya koymak yerine açık soru-kavramlar yaratma çabasıdır. Sorarak yürüyoruz; ancak sorularımızı yürüyerek soruyoruz, kımıldamadan durarak değil. Var olmayan bir harita üzerinde durup uzun uzun düşünmektense, yanlış yöne de olsa adım atmak ve izlenecek yolu yaratarak ilerlemek daha iyidir.
…Ama artık kulluk etmemenin gerçek gücü, kulluk yerine başka bir şey yapmaktan gelir. Artık kulluk etmemek , bir başka-eyleyişe , alternatif bir etkinliğe yol açmadığı takdirde, kolaylıkla kulluk şartları üzerinde pazarlık edilmesine dönüşebilir. Olumsuzlananın olumsuzlama ve yaratma haline gelmesi farklı bir konudur. Böyle bir olumsuzlama çok daha ciddi bir meydan okumadır.
….Kendi yaşamlarımızın sorumluluğunu almak , özünde , tahakküm mantığı ile bağların koparılması demektir. Bu, her şeyin mükemmel olacağı anlamına gelmez. Onur, bir kopuş, bir olumsuzlama, bir hareketlenme ve bir araştırmadır. Onurun, onu dondurarak sabitleyecek pozitif bir kavrama dönüşmemesi için dikkatli olmalıyız.
Onur beklemez; çatlak , bir gelecek projesi değil, ‘’ hemen şimdi etkinliklerimizin sermayenin işleyişine tabi olmasını reddediyoruz; başka bir şey yapabiliriz, yapacağız ve yapıyoruz ‘’ demektir. İsyan zamansallığında bir kayma söz konusudur. İnsanlığın içinde bulunduğu acil durum, mücadele biçimi üzerinde her şekilde etkisini göstermektedir. Önümüzde pek de uzun bir gelecek olmayabileceğini düşündüğümüzde, gelecekteki devrimi planlamaya ilişkin eski nosyon kulağa hiç de inandırıcı gelmemektedir. Komünizm ( ya da adını ne koyarsak koyalım ) gelecekteki bir gelişim aşaması değil, acil bir ihtiyaç haline gelmiş durumdadır.
Henri Lefebvre , 1871 paris komünü ile ilgili olarak, ‘’ esaslı bir kendiliğindelik…uzun yıllar boyu birikmiş çökelti tabakalarını ayırır ; devlet, bürokrasi, kurumlar, ölü kültür. Bir sıçrayışta, kendisini bir topluluğa, içerisinde çalışmanın, neşenin, keyfin, ihtiyaçlarını karşılamanın birbirlerinden asla ayrılamayacağı bir birlikteliğe dönüştürür’’ …Çökelti tabakaları ayrılır. Baraj yıkılır, sel suları her şeyi önüne katar. Felaket ve Devrim, birbirlerinin metaforu görevini görür.
Çatlak, devrime giden yolda bir adım değil, dışarıya doğru bir açılımdır. Şiddetle baskı altına alınsa dahi, asla tümüyle kapanmaz. Paris Komününe katılanların çoğu katledilmiş olsa da, Paris Komünü bir ilham kaynağı, ödenmemiş bir borç olarak varlığını hala sürdürmektedir. Kapitalist örgütlenmelere damgasını vuran ilkeler, hiyerarşi ve verimlilik arayışıdır. Sözünü ettiğimiz anti-kapitalist gelenek ise, bunun parçası olan herkese saygı duyma , etkin katılımın teşviki, doğrudan demokrasi ve yoldaşlık ile nitelenir. Bu , komün, konsey, Sovyet ya da meclis geleneğidir.Bunlar, mücadelenin parçası olan herkesin görüşlerini rahatça ifade etmesine öncelik veren, araçsal olmayan örgütlenme biçimleridir ve ulaşılacak hedeften geriye düşmek şöyle dursun, sürekli dışa doğru açılmayı savunurlar. Konsey, devlet iktidarını ele geçirmenin bir aracı olarak görülen partiden oldukça farklıdır. Konseyde önemli olan, kolektif öz-belirlenimi etkin biçimde ifade etmek iken partide, önceden belirlenmiş bir hedefe ulaşmak önemlidir. Konseyin temelinde yatan ilişki tarzı, gündelik mücadeleye, yani gündelik mücadeleye tamamen yerleşmiştir. Bu nedenle söz konusu ilkelerin örgütlenmeye nasıl dönüştürülmesi gerektiğine ilişkin kesin kurallar olamaz. Yine de uygulamada bolca vurgulanan bir görüş olan ‘’ yataylık’’ görüşü vardır. Yataylık, kendi öznellik iddiamızın bir parçası, bize ne yapacağımızı söyleyen ve bizi başkalarının (kim olursa olsunlar) aldığı kararların öznesi kılan dikey yapıların ve komuta zincirlerinin reddinin bir parçasıdır. Yataylık görüşüne göre , herkes karar alma süreçlerine eşit olarak katılmalı ve asla liderler olmamalıdır. Uygulamada , bunu mutlak olarak hayata geçirmek zordur ; çünkü resmi yapıların olmadığı yerlerde bile, genelde resmi olmayan liderlik biçimleri ortaya çıkar, o nedenle yataylığı mutlak bir kural olarak değilde dikeyliğe karşı sürekli yürütülen bir mücadele olarak düşünmek daha faydalı olabilir. ‘’ yataylık bir soru olduğunda karşı-iktidar aracı , bir yanıt olduğunda ise iktidar aracıdır ‘’
Dünyayı değiştirmenin tek yolunun bunu bizim yapmamız ve hemen şimdi yapmamız olduğu görüşü giderek daha ağır basmaktadır. Yine de , mümkün olduğunu söylediğimiz başka dünyayı bu günden yaratma çabaları asla sorunsuz olmaz. Onurun olumsuzlanmasına dayalı bir toplumda, onur politikası daima bir mücadeledir.